Şiir Gibi Sağlık!
- Z A

- 23 Şub
- 4 dakikada okunur
Kendimi bildim bileli okur, kalem bulduğum yerde yazarım. Bazen bu eylemler, belli bir
amaç taşımadığı gibi estetik kaygı da barındırmaz. Zamandan, mekândan, hâletiruhiyeden
bağımsız; ana dilde, çeviriyle veyahut anlamsız…
Ne türü önemlidir okuduklarımın ne de yazdıklarım kategorize edilebilir bir sınıfta… Belki
Kartal sahilinde çimenlere uzanmışken yüzümü koruyorumdur kitabımla, belki de
yolculuğumun saatini bekliyorumdur başkentin gürültülü garında. En sevdiğim romanın ilk
cümlesini besmele gibi başlık yapabilirim bir toplantı notuna ya da günlük tutarım iyi
gelecekse, telefonumun klasörlerine…
Ama şiir mi? Yok! Değil yazmaya cüret etmek, yazılanı okuyabilmek bile destur işidir
bilirim. Kimden diye sormayın, şairi dahi cevap veremez!
Hadi okuması yazması bu denli alengirli, tanımlaması peki? Elbette onu da beceremem!
Başka kaç kavram vardır dünya üzerinde, bunca fazla tanımı olsun da her biri diğerinden
azade? Ben bu konuda anca sığınabilirim 1044 yaşındaki ulu “Şeyh-el-Reis”e:
“Şiir muhayyel sözdür.”
“Şairler söz sultanlarıdır,
Hekimler saltanatlarını vücut üzerinde kurarlar;
Şairlerin dil güzelliği ruha zevk verir,
Hekimlerin özverileri hastaları iyileştirir.”
İbn-i Sina
Avrupa’nın Avicenna’sı, 57 yıllık yaşamının daha yarısını bile görmemişken dünyanın en iyi
doktoru kabul edilen, tıbbın başyapıtlarından “El Kanun Fi’t Tıp” adlı kitabın ve bilinen 276
yazılı eserin sahibi; felsefe, geometri, kimya, astronomi, fizik, matematik bilimlerinde de
çağdaşlarının “Büyük Üstadı”; “Hayatın genişliği, uzunluğundan daha önemlidir.” Diyebilen,
11. yüzyıldan bugünü görebilen İslam tıp bilgini İbn-i Sina tanımlamışken şiiri, ben ne
diyebilirim ki?
Ama diyenlerden ilham alarak, döner “zayıf karnımızdan” işlerim kelimeleri: sağlığın ve
hastalığın şairlere eser olduğu yerden… Tıbbın şiire esaretinden…
İfade sanatlarının en dik başlısı olan şiir, efendilerinin tıp karşısında da asiliğine geniş bir
olanak tanımış. Ne kural bilir ne gerçeği tanır ne de sınır sever şairler… Mürekkebini
muhayyilesine gönüllü köle kılmış şair mi dinleyecek bilimi? 18. sonesinde William
Shakespeare sevgilinin güzelliğini, yaşlılığa, ölüme meydan okuyarak aktarmış, her güzelin er
geç solacağını usulca kabullenip, bir sevdiğini ayrı tutmuş biyolojik gerçeklikten. Öyle emin
ki satırlarının gücünden… Uğruna şiir yazılmış sevileni teğet geçecektir ölüm onun nazarında:
“Gölgesindesin diye ecel caka satamaz, sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda…”
Arjantinli şair Jorge Luis Borges “85’imdeyim ve ah… Yeniden başlayabilseydim yaşamaya”
diye hayıflanırken hekim öğütlerine kafa tutar: “Dondurma yerdim doyasıya ve daha az
bezelye.” Farkında mısınız der bilmem, yaşam tam olarak böyle bir şey aslında.
Kardiyologlar aşkı över, aşığın hormonları hekimlerin yüzünü güldürürken “Bir tek aşk
yoktur acıya gark etmesin, bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara.” Der sürrealist Fransız
Louis Aragon.
Ama gelin biz bu isyankârlığı anadilimizden irdeleyelim artık. Zira “biz”in ifadesi, sanatların
en yücesi. Türkçeye “Mutlu Aşk Yoktur” diye çevrilen Aragon şiirine tek bir satır yeter kendi
kültürümüzden:
“Gel gör beni, aşk neyledi…”
Yunus Emre
Cumhuriyet sonrası Türk Edebiyatı’nın önemli isimlerinden Attila İlhan, lisede bir kız
arkadaşına dönemin yasaklı ismi Nazım Hikmet’ten şiir yazdığı için tutuklanmış ve Manisa
Akıl Hastalıkları Hastanesi’nde bir süre gözetim altında kaldıktan sonra, cezası yaşının
küçüklüğünden dolayı ertelenmiş. Hatta bu “suç” tan ötürü “Türkiye’de okuyamaz!” diye
fişlendiği bir dönem geçirmiş.
“Birkaç litre kan, bir hayli kemik, epeyce korku
Kestiremedik ne yaptığımızı kim olduğumuzu” diyesi bundan ötürüdür belki, “Ağır Kan
Kaybı” şiirinde…
Yaşamını, fıtratı ve dünya görüşünün buyurduğunca sade, halkın içinde, sıradan bir şekilde
süren Attila İlhan, yoğun entelektüel birikimine rağmen halkın konuştuğu dili şiirlerine ustaca
yansıtabilen şairlerimizdendir. Onun bu görkemli sıradanlığını ‘hastalıklı’ satırlarında da
rahatlıkla okuyabiliriz. Şair son dönem şiirlerinde biyolojik yaşlanmayla oluşan vücut
değişimlerini, yalnızlığı ve ölümü hem fiziksel hem ruhsal gelişmeleriyle kaydeder:
“Yanlış bir mıknatıs fırtınası içindeyim
Şişe yeşili şerare atlamaları
Şurup kırmızısı çakıntılar
Sağım solum her tarafım elektrik
Korkuyorum
Korktuğumun bilincindeyim
Birileri
Şalteri indirdi indirecek
İşim bitik.”
Bir tür nevralji ve tanatofobi şüphesiyle tanı ve tedaviye odaklanmak mümkün değil mi? Ne
yazık ki gerek yok. Şairimizi 2005’te kalp kriziyle kaybettik. Belki bundandır 2002 basımlı
son şiir kitabında bolca sağlık terimleri kullanması ve “Sevmek için geç, ölmek için erken”
çığlığı…
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini yarıda bırakan bir diğer asimiz Bedii Faik, insanın sağlık
arzusunu en yalın anlatan isimlerimizden. Hekim olmayabilir ama hiç hasta da olmamış değil
ya!
“Güzel şey sıhhatli olmak
Fosur fosur cigara içmek
Yorgun geceler geçirip
Sabahleyin diri diri kalkmak
Tükürmek dağa, taşa, denize…
Ama kırmızı değil
Hâsılı kardeşim, sen gibi olmak
Ben gibi değil.”
Şiirlerinde sıklıkla çocukluk temalarını işleyen, yayımlanan ilk şiir kitabının adı “Bir Çocuk
Bahçesinde” olan edebiyatımızın “çocuklar şairi” Ceyhun Atuf Kansu ise yaşamı boyunca
aktif çalışmış idealist bir hekimdi. Evet, tahmin edileceği üzere kendisi Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Uzmanı idi. Şairimizin bir meslektaşı, geçtiğimiz aylarda internette kendisinden
şöyle bahsetmiş: “Kızamık Ağıtı adlı şiirini gözlerimde yaşla okurken, aşı karşıtı
çokbilmişlerin de gözüne sokma hissime engel olamadım.”
Ülkemiz için dönüm noktası tarihlerden 1919’da İstanbul’da doğan Kansu, 1,5 yaşında
annesini kaybeder. Bu ölüm şairin kaderini başka şehre taşır. Günümüzde adı verilmiş bir
caddesi bulunan, babasının izinden giderek Çocuk Psikiyatristi olan kızı Prof. Dr. Bahar
Gökler ’in de yaşadığı ve Doktor Bey’in henüz 59 yaşında hayata gözlerini yummuş olduğu
şehre, Ankara’ya… Hekim olduğunda ise kendi isteğiyle Turhal’a gider. O dönem
hekimliğine daha çok ihtiyacı olan, daha az gelişmiş Tokat’a.
Ülkemizde 14 Mart’ın Tıp Bayramı olarak kutlanmasının onur kaynağı Tıbbiyeli
meslektaşları gibi, yüreği vatan ve halk sevgisiyle dolu şairimiz için çocuklar bambaşkadır.
Dünyanın çiçekleri dediği çocukların desteğe muhtaçlığı, doktor şairimizin korumacı, nahif
ruhunun adeta kırmızı çizgisidir. Ulusalcılığıyla birlikte evrenselliği de kendine şiar edinen
Kansu, din, dil, ırk gözetmeksiniz, tüm kültürlere saygılı, barışçıl bir yaşam sevdalısıdır. Tıpkı
hekimlik mesleğinin düsturları gibi…
Anadolu köyünün çetin kışında kızamık salgını ile mücadele ederken 23 kayıp veren Dr.
Kansu, bunca çabaya rağmen kurtaramadığı çocuk hastalarının ölümünden öyle sarsılır ki
acısını meşhur “Kızamık Ağıtı” şiirinde iliklerimize kadar yaşarız. Sadece acısını da değil,
dönemin koşullarındaki çaresizliği, devlet yetkililerinden yeterli desteği göremediğinin
öfkesini… 2024 yılında başka bir Çocuk Hastalıkları Uzmanının “Okurken ağladım” dediği
bu şiir, hekim olmasa da aynı hassasiyete sahip yürekler için böylesine çarpıcıdır işte.
“Habersiz hepsi, kızamıktan ve ölümden,
Kirli yüzlerinde açan ölümden habersiz,
Ve düşmüş bir gül oluyorlar birden,
Bebekler ölüyor, ölümden habersiz.”
Bundandır uluorta şiir okumaya cesaret edemeyişlerimiz… Bu satırları yazarken bile molaya
ihtiyaç duyuşlarımız…
Müsaadelerinizle… Edebiyatımızın toplumcu gerçekçi sağlık şiirleri yerine, artık salgın
hastalık tehditlerini başarıyla bertaraf ettiğimizin resmi olan raporları okuyup; bilimin, tıbbın
özverisinin bebek bedenlerini güneş gibi aydınlatan ışığını minnetle anıp biraz ferahlayalım
ve kalalım sağlıcakla.


































Yorumlar